بدا أن سورية تراجعت خطوةً في جدول أعمال تركيا، بسبب التطورات الحساسة في ليبيا وشرق المتوسط، لكن في الأيام الماضية حدث تطورٌ مهم، حيث أفاد بيان صادر عن نظام الأسد أن شركة أميركية توصلت إلى اتفاق مع YPG (الذراع السوري لحزب PKK) بشأن استثمار النفط في شمال شرق سورية، وقد أكدت تركيا ذلك.
وأكد ذلك وزير الخارجية الأميركي مايك بومبيو أيضًا، حيث صرّح أثناء جلسة للجنة العلاقات الخارجية في مجلس الشيوخ في تموز/ يوليو، بوجود اتفاق بين شركة “Delta Crescent Energy” غير المعروفة، وتنظيم YPG الإرهابي الذي يحمل اسم “قوات سوريا الديمقراطية” (قسد). ويبدو أن الاتفاق الذي لقي دعمًا كبيرًا من إدارة ترامب قد وصل إلى مرحلة التنفيذ، بعد مرحلة طويلة من التخطيط، ووفقًا لما أفادته بعض التقارير الإعلامية، فإن السيناتور الجمهوري “ليندسي غراهام” قد بذل جهدًا خاصًا لعقد هذه الصفقة. علمًا أن غراهام كان من أشد منتقدي سياسة أوباما في سورية، وقد عبّر في تلك الفترة عن رفضه لدعم YPG الذراع السوري لتنظيم PKK الإرهابي، بدلًا من المعارضة التي تحارب نظام الأسد، لكنه في رئاسة ترامب بدأ يكثّف دعم YPG. ولم يغب عن أنظار تركيا أنه كان من أشد رافضي العمليات التركية ضد PKK في شمال سورية.
وجدير بالذكر، أن ترامب صرّح، العام الماضي، بأن “الولايات المتحدة ستنسحب من سورية”، فتلقّى على إثر ذلك سيلًا من الانتقادات، واضطرّ أخيرًا إلى القول “سنحمي النفط في سورية”. في الحقيقة، أن ترامب أراد سحب القوات الأميركية بشكل كامل وترك مصير سورية بيد الروس، لكن من أجل تخفيف شدة انتقادات واشنطن له، اضطر إلى القول: “أمّنّا النفط، وسنبقي على قوة أميركية صغيرة في حقول النفط لحمايتها، وسنقرر مستقبلًا ما سنفعله بهذا الخصوص”، حتى إنه صرّح في ذلك الوقت بلقائه مع الإرهابي المنتمي لـ PKK فرهات عبدي شاهين، المعروف بالاسم الحركي “مظلوم كوباني”، قائد ما يسمى “قوات سوريا الديمقراطية”.
باختصار: تم الإجماع في واشنطن على استمرار دعم PKK في سورية، تحت مسمى “محاربة داعش”، وبحجة تأمين النفط السوري. ويبدو أن الولايات المتحدة سترفع شعار “نحن نحمي النفط، كي لا يقع في أيدي داعش”، وستقوم أميركا باستثمار بقيمة 150 مليون دولار، عن طريق زيادة الإنتاج في حقول النفط السورية، كما ستفتح بابًا جديدًا وواسعًا لـ PKK، ليكون له مصدر تمويل، وفي الوقت ذاته، ستعزز جهودها لإضفاء الشرعية على PKK، ولإفساح المجال أمام التنظيم الإرهابي ليكون له دور في مستقبل سورية.
في هذه المسألة، نقطة مهمة: كيف تسمح الولايات المتحدة لشركة أميركية بإبرام اتفاق بشأن الموارد الطبيعية لبلد آخر مع جهة غير حكومية، بل مع جهة إرهابية؟! وكيف لها أن تلعب دورا بناءً في ذلك؟ هذا الوضع الرهيب يؤكد بوضوح أن أميركا تنظر إلى سورية على أنها بلد مقسّم، كما توضّح استعدادها لتسليم شمال شرق سورية (ومن ضمنه رميلان، وتل حميش، وتل براك) حيث تجري عمليات التنقيب عن النفط واستخراجه، إلى تنظيم PKK مستقبلًا.
في المقابل، بموجب “قانون قيصر” الذي أصدرته إدارة ترامب والعقوبات الاقتصادية الصارمة على نظام الأسد، لا ينبغي لأي شركة أميركية العمل في سورية. لكن يبدو أن وزارة الخزانة الأميركية تستثني شركة “Delta Crescent Energy” من ذلك، وهذا يدل على أن الولايات المتحدة الأميركية تخرق حتى القوانين التي تضعها هي، عندما ترى ذلك ضروريًا.
حسنًا، إن الشركة التي فيها شركاء، كالعقيد السابق في المارينز “جيم ريس”، وسفير الدنمارك السابق”جيمس كاين”، ورجل الأعمال الحاصل على رخصة النفط في سورية سابقًا “جون دورير”، ستسمح لـ PKK ببيع نفط سورية، ولكن لمن سيُباع؟ بالطبع، تركيا لن تشتري، وباعتبار أن العراق لا يحتاج إلى النفط، فهل إدارة إقليم شمال العراق ستلعب دورًا في نقل النفط إلى السوق العالمي؟ بالتأكيد إن الولايات المتحدة التي أبرمت اتفاقية المصفاة قد وضعت خطةً للبيع أيضًا.
إن دمشق هي الأكثر حاجة إلى النفط في المنطقة. لذلك، لا يمكننا تجاهل حقيقة أن نظام الأسد، الذي لا يُرجّح أن يكون من بين مشتري النفط اليوم، سيتعين عليه القيام بذلك غدًا. يشير هذا الوضع إلى خطوة نحو تعزيز العلاقات بين PKK ونظام الأسد. فبعد تبخر أحلام الولايات المتحدة في إنشاء دويلة لـ PKK في شمال سورية، من الواضح أنها لم تتخل عن خطتها الثانية، في إنشاء هيكل حكم فدرالي، كما هي الحال في العراق، وكما توقعنا، يتم التخطيط لإنشاء إدارة مستقلة في الشمال، إلى جانب نظام طائفي مذهبي ووحشي يحكم من دمشق، هذه الخطة يتم العمل عليها خطوة بخطوة. ومن الممكن أن تفترض الولايات المتحدة أن أي اتفاق رسمي يُبرم بين PKK ودمشق (التي تدعمها روسيا) من شأنه تغيير الوضع الراهن، مع العلم أن دخول تركيا إلى مناطق في الشمال السوري شكّل عائقًا دون ذلك.
على الرغم من أن سياسة روسيا حتى الآن تبدو ضد الوجود الأميركي في سورية، فإننا نعلم أن شرق الفرات، وغرب مناطق انتشار الولايات المتحدة، يخضعان لسيطرة روسيا، وأن الدولتين تتنازعان السيطرة على مناطق معينة في الشرق فقط. أما إيران، فـعلى الرغم من أنها أشد عداءً للولايات المتحدة، قياسًا بروسيا، فإنها بصدد القول: “ليكن PKK صاحب الأرض، أهون من أن يكون لتركيا نفوذ في سورية”.
في هذا السياق، حتى لو استمرت تركيا في الإبقاء على وجودها في سورية، عبر عقد اتفاقات مع الولايات المتحدة وروسيا، كل على حدة، فإنها تتحرك باعتبار أن تلك الاتفاقات غير دائمة، ويمكن أن تتغير في أي وقت. ولهذا السبب، إلى جانب الحفاظ على وجودها العسكري في سورية، تركّز تركيا على محادثات جنيف دبلوماسيًا، وتهتم بهذه النقطة أكثر من أجل إيجاد حل للمسألة السورية. في الواقع، إن تركيا تدعم المعارضة السورية، إلا أن من أولوياتها أيضًا منع PKK من الجلوس على الطاولة، أو أن يكون له نفوذ فيها. من المعروف أن نظام الأسد يسعى للدخول في هذه المحادثات، وكما يبدو، إن تأخير الحل السوري لن يقوي النظام فقط، بل PKK أيضًا. ويجب أن تكون أعين الشعب السوري مفتوحة على هذه التطورات، من أجل مستقبل بلدهم.
ترجمة: فارس الجاسم
Suriye’nin petrolünü kim kontrol edecek?
Libya ve Doğu Akdeniz’deki kritik gelişmeler nedeniyle Türkiye gündeminde bir adım geriye düşmüş gibi görünen Suriye’de geçtiğimiz günlerde önemli bir gelişme yaşandı. Esad rejimi tarafından yapılan açıklamaya göre ABD’li bir şirketin PKK’nın Suriye kolu YPG ile Suriye’nin kuzeydoğusundaki petrol yataklarının işletilmesi konusunda vardığı mutabakat, Türkiye tarafından doğrulandı. Ardından ABD cephesinden de açıklamalar gelmeye başladı.
“Delta Crescent Energy” isimli pek de tanınmayan bu şirketin sözde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adını taşıyan terör örgütü YPG’yle yaptığı anlaşmanın varlığı 30 Temmuz’da ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’ndeki bir oturumda ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo tarafından yapılan bir açıklamayla kesinleşmiş oldu. Trump yönetiminin yoğun destek verdiği anlaşılan anlaşmanın, uzun süredir planlandığı ve artık uygulama safhasına geçildiği Washington tarafından yapılan açıklamalardan belli. Ayrıca medyaya yansıyan bazı ifadelere göre, Cumhuriyetçi Senatör Lindsay Graham, bu anlaşmanın yapılması için özel bir çaba harcamış gibi görünüyor. Obama yönetiminin Suriye politikasını bir zamanlar oldukça sert biçimde eleştiren ve Esad rejimine karşı savaşan muhalifler yerine terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı YPG’ye verilen desteğe karşı çıkan söylemlerde bulunan Graham, Trump’ın başkanlık döneminde YPG’ye yoğun destek vermeye başlamıştı. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde PKK’ya karşı düzenlediği operasyona en sert tepkiyi veren isimlerden biri olan Graham’in, bu konuda da ön plana çıkışı Türkiye’nin gözünden kaçmıyor.
Öte yandan, geçtiğimiz yıl “Suriye’den çekileceğiz” açıklamasıyla ABD’de ağır eleştiri yağmuruna tutulan Trump’ın en sonunda “Suriye petrolünü koruyacağız,” demek durumunda kaldığını hatırlamak gerek. Trump’ın ABD askerlerini tamamen çekmek ve ülkenin kaderini Rusya’nın ellerine teslim etmek istediği bir gerçekti. Ancak, muhtemelen Washington’daki kendine yönelik sert eleştirileri hafifletmek için “Petrolü güvence altına aldık. Petrolün bulunduğu sahada küçük bir ABD askeri güç tutacağız. Petrolü koruyacağız ve bununla ilgili ne yapacağımıza gelecekte karar vereceğiz,” demek zorunda kalmıştı. Hatta o günlerde sözde YPG komutanı, “Mazlum Kobani” kod adlı PKK’lı terörist Ferhat Abdi Şahin’le de görüştüğünü açıklamıştı.
Özetle, Washington’da bir konsensüs sağlanmış ve “DAEŞ’le mücadele” adı altında Suriye’de PKK’ya verilen desteği devam ettirmek için “Suriye’nin petrolünü emniyet altına alma” argümanında mutabık kalınmıştı. Anlaşılan o ki, ABD “DAEŞ’in eline geçmemesi için petrolü koruyoruz” diyecek ve 150 milyon dolarlık bir yatırımla Suriye’deki petrol sahalarındaki üretimi artırarak PKK’ya yeni ve büyük bir gelir kapısı açacak. Aynı zamanda, PKK’nın meşruiyetini artırmak ve Suriye’nin geleceğinde terör örgütüne yer açmak için sürdürdüğü çabalarını bu şekilde perçinleyecek.
Bu noktada önemli olan bir husus, ABD gibi bir devletin, Amerikalı bir şirketin bir başka ülkede devlet dışı bir aktörle, hatta bir terör örgütüyle, söz konusu ülkenin doğal kaynakları üzerine bir anlaşmaya varmasına izin vermesi, hatta bunun için yapıcı rol oynaması… Bu vahim durum, ABD’nin Suriye’yi bölünmüş bir ülke olarak gördüğünü, ayrıca petrol arama ve çıkarma faaliyetlerinin gerçekleştirileceği Rimelan, Tel Hamiş ve Tel Brak’ın da bulunduğu Suriye’nin kuzey doğusundaki bölgeyi gelecekte de PKK’nın yönetimine teslim etmek ve bunu garanti altına almak için hazırlık yaptığını net bir şekilde ortaya koyuyor.
Öte yandan, Trump yönetiminin Esad rejimine karşı katı bir ekonomik yaptırım uygulamak için çıkardığı “Ceasar Yasası” uyarınca hiçbir ABD’li şirketin Suriye’de faaliyette bulunmaması gerekiyor. Görülüyor ki, Delta Crescent Energy’ye ABD Hazine Bakanlığı tarafından bir muafiyet getirilmiş. Bu da ABD’nin gerekli gördüğünde kendi yasalarını dahi rahatlıkla deldiğini gösteriyor.
Peki, ABD’nin Özel Kuvvetlerinde görev yapmış emekli albay Jim Reese, eski Danimarka büyükelçisi işadamı James Cain ve daha önce de Suriye’de petrol ruhsatı almış olan John Dorrier isimli işadamının ortağı olduğu şirket, PKK’nın Suriye’nin petrolünü kime satmasına izin verecek? Türkiye elbette alıcı olmayacak; Irak’ın da Suriye’nin petrolüne ihtiyacı olmadığına göre, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) acaba bu petrolün uluslararası pazara çıkmasında rol oynar mı? Rafineri anlaşmasını yaptıran/yapan ABD yönetimi, elbette satışı için de planlama yapmıştır.
Ancak bölgede petrole en çok ihtiyaç duyan yine Şam’ın kendisidir. Dolayısıyla, bugün söz konusu petrolün alıcıları arasında olması ihtimali yokmuş gibi görünen Esad rejiminin yarın buna mecbur kalacağı gerçeğini yok sayamayız. Bu durum, PKK ve Esad rejimi arasındaki ilişkileri ileriye taşıma yönünde bir adımın da sinyalini veriyor. ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devletçiği kurma hayalleri suya düştükten sonraki ikinci planı olan Irak’taki gibi federal bir yapı fikrinden vazgeçmediği aşikar. Tahmin ettiğimiz gibi, Şam’dan ülkeyi yöneten mezhepçi ve zalim bir rejimin yanına kuzeyde PKK liderliğinde kurulacak özerk bir yönetim planlanıyor ve bu plan için gerekli adımlar teker teker atılıyor.
Türkiye’nin kuzeyde girdiği bölgelerin bunun önünde bir engel olduğunu biliyoruz; ancak ABD, Rusya’nın da destek verdiği Şam’la PKK arasında varılabilecek resmi bir anlaşmanın mevcut statükoyu değiştireceğini varsayıyor olabilir.
Rusya’nın bu zamana kadarki politikası Suriye’de ABD varlığına karşı gibi görünse de, Fırat’ın doğusunun ABD’nin batısının Rusya’nın kontrolünde olmasına ses çıkarmadığını, iki ülkenin sadece doğudaki belli bölgelerin kontrolünün kimde olacağı konusunda çatışma yaşadığını biliyoruz. İran ise her ne kadar Rusya’ya nazaran daha sert ABD karşıtı olsa da, “Suriye’de Türkiye etki sahibi olacağına PKK yönetimde yer sahibi olsun,” diyecek noktadadır.
Bu bağlamda Türkiye, Suriye’de Rusya ile ayrı, ABD ile ayrı yaptığı mutabakatlar çerçevesinde varlığını sürdürse de, bunların kalıcı olmadığını ve şartların her an değişebileceğini bilerek hareket ediyor. Türkiye, bu nedenle Suriye’deki askeri varlığını sürdürürken diplomatik olarak da Cenevre görüşmelerine odaklanıyor ve Suriye meselesinin çözümü için bu noktayı fazlasıyla önemsiyor. Zira, muhalefeti desteklerken PKK’nın masaya oturmasının veya masaya nüfuz etmesinin önüne geçmek Türkiye’nin önceliklerinden biri. Esad rejiminin söz konusu görüşmeler konusunda işi yokuşa sürdüğü malum. Görünen o ki, çözüme ulaşmada gecikme sadece rejimin değil aynı zamanda PKK’nın da elini güçlendirecek. Suriye halkının gözünün, ülkelerinin geleceği için bu gelişmeler açısından açık olması gerek.