لم يتضمن الحراك الشعبي المعروف بـ “الربيع العربي” الذي بدأ للبحث عن الحرية والعدالة والمساواة، في الشرق الأوسط، أيَّ جهود خاصة تجاه حقوق المرأة، ومع ذلك، كانت المرأة تطالب بالحقوق في التظاهرات السلمية وتشارك في الاحتجاجات، وهذا ما يجعل صورة المستقبل واعدة برؤيتها وأصواتها وأفكارها.

 من سوء الحظ، عندما تحولت رياح الربيع إلى عواصف الشتاء القاسية، وقوبلت الاحتجاجات السلمية بردود وحشية، كان على النساء دفع الثمن الأكبر. حيث تحولت صور الاحتجاجات المزيّنة بالنساء، إلى صور رجال مسلحين، ونساء باكيات على فقدان أزواجهن وآبائهن، وصور الأمهات اللواتي يعانين البؤس في مخيمات اللجوء.

في الحقيقة، إن قصص المنتصرين والخاسرين، في جميع الحروب عبر التاريخ، يسردها الرجال، متناسين النساء اللواتي دفعن الثمن الأكبر وعانين الأمرّين، ومع ذلك، لم تكن النساء كائنات بلا تأثير، بل لعبن دورًا مهمًا في النضال خلف الجبهات، إضافةً إلى مواجهتهن أكبر التهديدات، كالاعتقال والاغتصاب وأساليب التعذيب الوحشية.

ضمن حروب القرن الحادي والعشرين، تأتي الحرب السورية التي دخلت عامها العاشر، في مقدمة الأماكن التي يجب علينا تسليط الضوء فيها على دور المرأة بجدية. حيث تدل معظم الإحصاءات على أن النساء والفتيات هن من أكثر ضحايا الأزمة السورية التي أدت إلى فرار ما يقارب 6 ملايين شخص إلى خارج البلاد، وحاجة 12 مليون شخص إلى المساعدات، ولا يزال هناك عدد لا يحصى من المعتقلات في سجون النظام، إضافة إلى أن عدد اللواتي فقدن حياتهن غير معروف أيضًا. منذ السنوات الأولى للحرب السورية، أصبح الاغتصاب وتعذيب الزوجات والبنات أداةً للضغط على الخصوم، وصار القتل والتعذيب أمامَ أعين النساء أقرباء الضحية جزءًا من السلوك الانتقامي لنظام الأسد، حتى إن جنود الأسد كانوا يتلذذون بذلك. ومع الأسف الشديد، حتى في الأيام التي تقلّ فيها الصراعات، لا تلقى معظم النساء الاهتمام والعطف من أزواجهن، حيث يُحبسن في المنزل، وكأن ليس لهن واجب غير الإنجاب.

قد لا ينتبه أحد إلى حقيقة أن السياسة والحرب في سورية والدعاية الدولية تتم عبر المرأة. على سبيل المثال، نجح نظام الأسد في خداع العالم، إذ استخدم المرأةَ أداةً للترويج، وبينما كان نظام الأسد يُظهر نفسَه نظامًا “علمانيًا” يحارب الإرهابيين والإسلاميين المتطرفين، لم يصدر من المعارضة أي ردة فعل، ولم تسعَ لدحض تلك المزاعم.

أما إرهاب (داعش) الذي كان سببًا لتعريف الأسد بأنه “أهون الشرَّين”، فقد كانت أكثر ممارساته وحشية موجهةً ضد المرأة، حيث إن عمليات بيع الأسيرات في سوق العبيد، وعبر الإنترنت، كانت من الأشياء التي تجمّد الدم في العروق، إضافة إلى أن خطابات (داعش) حول كيفية التعامل مع الأسيرات، كـ “سبايا وإماء”، وكيفية اغتصابهن ومعاقبتهن، ونشر تلك الخطابات عبر فتاوى “قانون الاغتصاب”، وتزيينها بعبارات كـ “يتوافق مع الشريعة الإسلامية”، كان لها دور كبير في تنامي الكراهية ضد الإسلام.

دعم الولايات المتحدة الأميركية لذراع حزب العمال الكردستاني المعروف بـ PYD تحت مسمى “محاربة داعش”، تم تسويقه وترويجه للرأي العام عبر النساء أيضًا، حيث تم إظهار إرهابيات PKK، في وسائل الإعلام الغربية، مقاتلات جريئات يسعين لتحرير الإنسان من وحشية داعش، ويناضلن من أجل مستقبل الإنسان، كما تم ترويج بيئتهن على أنها من أكثر بيئات شرق الأوسط “علمانية وحداثة وحرية”، عبر المقابلات التي أجريت في معسكرات التدريب، وعبر المجلات التي تصدرت أغلفتها صور نساء PKK، غير المحجبات والمرتديات زي العصابات “GERİLLA”.

تخيّل أنك مواطن أوروبي لا يتابع عن كثب ما يجري في الشرق الأوسط، وليس لديه فكرة عنه سوى وحشية داعش، والوجه الحضاري لـ PKK الذي روّجت له الأخبار، في ظل هجمات (داعش) في جميع أرجاء العالم؛ ففي أي صفٍّ ستقف؟! قد لا تمرّ تلك الحيلة على الذين يعرفون الإسلام ويتابعون ما يجري عن قرب، إلا أنها ستمر على غيرهم. دعونا من المواطن الأوروبي ومحاولات إقناعه وإظهار الحقيقة له، ولننظر إلى تركيا التي تتأثر بالأزمة السورية بشكل مباشر، حيث يمكننا ملاحظة تأثر شريحة من المجتمع، بذلك السيناريو “الهوليوودي” القذر.

إذًا، ماذا فعلنا نحن في تلك المرحلة؟! لقد رتّبنا الاستنكارات، وأبدينا ردات فعل، واحتججنا على هذا التصور غير الواقعي، لكننا لم ننتقد أنفسنا، ولم نتساءل: “أين أخطأنا حتى وقعنا في هذا الفخ”. بعيدًا عن الأزمة السورية، في ظل الخطط التي تتم عبر موضوع “المرأة في الإسلام”، ما مدى عرضنا لسياسات أكثر فاعلية غير اتخاذ موقف سلبي، إلى أي مدى تمكنّا من تجاوز القول “هذا ليس إسلامًا”، وقمنا بشرح مكانة المرأة في الإسلام؟!

وثمة ما هو أكثر من ذلك، ما رأيُنا في مكانة المرأة في المجتمعات الإسلامية؟ “ما مكانة المرأة في الحياة المعاصرة بحسب دين الإسلام؟”، هل يحاول علماء الإسلام الإجابة على السؤال؟ في المجتمع الذي يهيمن عليه الرجال، لا يتجاوز الناس فكرة أن مهمة المرأة هي الجلوس في المنزل وإنجاب الأطفال فحسب، ولا يتم التفكير في “دور المرأة المسلمة في العالم الحديث”. كما أن الرجال المحافظين الذين يستبعدون النساء، لهم دور رئيسي في تصوير المسلمين على أنهم “رجعيون”.

في الحقيقة، كانت إحدى زوجات الرسول محمد (صل الله عليه وسلم) من التجّار الرائدين في مكة، أي أنها “سيدة أعمال”، وزوجة أخرى قامت بإدارة حرب، أي أنها كانت “قائدة”. وإن سبب سرعة انتشار الإسلام في ذلك الوقت يعود لتقدمه وتحضّره، من ناحية حقوق المرأة والإنسان، قياسًا بذلك الزمن.

في يومنا هذا، تظهر مسألة “المرأة والعالم المعاصر”، في مرحلة رسم شكل العالم الإسلامي التي تواجهنا، من فلسطين إلى مصر، ومن سورية إلى تركيا، ومن المؤسف، أننا لم نقترب حتى من الحديث عن هذا الموضوع.

إذا لم نتفرغ لوضع هذه المسألة الحساسة على الطاولة، واستمرينا في الحديث عن المحرّمات، وإذا لم نتمكن من رؤية حجم الدور الذي تلعبه مسألة المرأة وحقوقها، في قلب ما يحدث في سورية والشرق الأوسط؛ فإننا سنبقى متفرجين حيال إعادة تشكيل الخرائط والعالم الإسلامي، وستكون جريرة ذلك في أعناقنا نحن المسلمين.

ترجمة: فارس الجاسم

Esad’ın “modern kadınları”, DAEŞ’in “köle kadınları”, PKK’nın “savaşçı kadınları”

“Arap Baharı” adıyla bilinen ve Orta Doğu’da özgürlük, eşitlik ve adalet arayışı için başlayan halk hareketleri, kadın haklarına yönelik özel bir çaba içermiyordu. Ancak yine de kadınlar barışçıl gösterilerde hak talep eden kalabalıkların içerisinde yer alıyor, protestolara katılıyor, görünürlükleri, sesleri ve düşünceleri ile hayal edilen gelecek portresini daha da ümit verici hale getiriyordu.

Maalesef, bahar rüzgarları kışın sert fırtınalarına dönüşünce, barışçıl protestolar sert müdahalelerle karşılık bulunca, çatışmalar ve savaşlar başlayınca en büyük bedeli ödemek de kadınlara düştü. Söz konusu protestoları güzelleştiren kadınlarla dolu fotoğraflar gitti; yerine ellerinde silahlarla görüntülenen erkekler ve ağlayan, acı çeken, eşlerini, babalarını kaybeden, kucağında bebeği ve yanında çocuğuyla sığınma kamplarında sefalet çeken kadınlar geldi.

Şu bir gerçek ki, tarihten bugüne tüm savaşların kazanan ve kaybedenlerinin hikayesi erkekler üzerinden anlatılır, arka planda bırakılan ama en büyük cefakarlıkları gösteren, en büyük bedelleri ödeyen kadınlar hep unutulur. Oysa kadınlar hiçbir savaşta sadece pasif birer obje olmamıştır; cephe gerisinde destek verirken aktif şekilde mücadelenin bir parçası olarak da önemli roller üstlenmişlerdir. Öte yandan, esir düşmekten tecavüze uğramaya, işkenceden vahşete en büyük tehditlerle de onlar karşı karşıya karşılaşmışlardır.

21. yüzyılın savaşlarında, kadınların rolünün ciddi manada mercek altına alınması gereken yerlerin başında, 10. yılına giren Suriye iç savaşı geliyor. 12 milyon insanın yardıma muhtaç duruma düştüğü, ülke dışına kaçanların sayısının altı milyona yaklaştığı Suriye krizinde, istatistiklerin yarıdan fazlası kadınların ve kızların mağduriyetini ortaya koyuyor. Bugün hala rejimin zindanlarında esir tutulan sayısız kadın var. Hayatını kaybeden kadınların sayısı tam olarak bilinmiyor. Savaşın ilk yıllarından beri tecavüz, hasmının eşini, kızını, annesini “kirletmek” için bir araç haline dönüştürülürken, düşmanın yakın kadın akrabasını gözleri önünde öldürmek ya da ona işkence etmek, hatta ve hatta bunu zevk için yapmak Esad rejiminin intikamcı davranışlarının bir parçası oldu. Ve ne yazık ki, çatışmaların azaldığı günlerde de çoğu kadın eşlerinden hak ettiği ilgiyi ve şefkati göremiyor; evin içine hapsedilirken adeta çocuk doğurmaktan başka bir vazifesi yokmuş gibi bir muamele görüyor.

Ama esasen, Suriye’de siyasetin ve savaşın uluslararası propagandalarının da kadınlar üzerinden yapıldığı gerçeği kimsenin dikkatini çekmiyor. Örneğin, Esad rejimi “kadın” meselesini dünyayı kandırırken kullanacağı bir aparat olarak gördü ve bunda başarılı oldu. Kendisini teröristlere, radikal İslamcılara karşı savaşan bir “seküler” olarak resmederken, muhalifler buna karşı bir argüman üretmedi, hatta bu konunun üzerine düşünmedi bile.

Esad’ın dünya tarafından “kötünün iyisi” olarak görülmesine sebep olan DAEŞ terörünün en vahşi eylemleri de kadınlara yönelikti. Esir aldıkları kadınları köle pazarlarında satan DAEŞ, onları internetten satışa sunmak gibi kan donduran şeyler bile yaptı. Esir kadınların “seks köleleri” olarak nasıl kullanılacağına, onlara nasıl tecavüz edileceğine, onların nasıl cezalandırılacağına dair aşağılık söylemleri, “tecavüz kuralları” gibi fetvalar adı altında yayarak “İslam hukukuna da uygun” sloganıyla süsledi. DAEŞ bu şekilde Müslümanlara yönelik önyargının artmasında, İslamofobinin hızla yükselmesinde başat rolü oynadı.

ABD’nin 2014’te “DAEŞ’le mücadele” adı altında, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD’ye destek vermeye başlamasının kamuoyuna satış ve pazarlaması da yine kadınlar üzerindendi. PKK’nın kadın teröristleri Batı medyasında, DAEŞ gibi ilkel, vahşi ve acımasız bir terör örgütüyle insanlığın kurtuluşu ve geleceği için savaşan cesur ve gözü pek özgürlük savaşçıları gibi resmedildi adeta. PKK’nın ‘başı açık’ kadınlarıyla Orta Doğu’nun en “seküler, modern ve özgür” ortamlarıymış gibi gösterilen terör kamplarında yapılan özel röportajları, magazin dergilerine “gerilla kıyafetleriyle” kapak olan kadın PKK’lılar izledi.

Orta Doğu’da olan biteni derinlemesine bilmekten uzak sıradan bir Batılı olduğunuzu düşünün; bir tarafta DAEŞ’in vahşetini, öte tarafta PKK’nın sözüm ona modernliğini anlatan haberleri gördükten sonra, üstelik dünyanın her yerinde DAEŞ terör saldırıları yaşanırken, hangi tarafta duracağınızı tahmin etmeye çalışın. Müslüman tanıdıkları olanlar veya Orta Doğu’yu biraz yakından takip etmeye çalışanlar izledikleri bu filmi yutmamayı başarmış olabilir ama çoğunluğun o kadar yoğun bir propaganda bombardımanında beyninin yıkanması kaçınılmazdı. Bırakın sıradan bir Batılıya ulaşıp işin aslını anlatmayı ve onu ikna etmeyi, Türkiye gibi Suriye krizinin doğrudan ilgilendirdiği bir ülkede dahi, Hollywood filmlerini aratmayan bu kirli senaryonun toplumun belli bir kesimini etkileme konusunda nasıl başarılı olduğunu gözlemlemek mümkündü.

Peki biz ne yaptık bu süreçte? Reddiyeler sıraladık, reaksiyon gösterdik, bu gerçek olmayan algıya isyan ettik, ancak özeleştiri yapmak, “Nerede hata yaptık da bu tuzağa düştük?” diye kendimize sormadık. Suriye krizinin ötesinde “İslam dininde kadın” konusu üzerinden yürütülen bu dizayn sürecinde pasif agresif bir tutum sergilemenin ötesinde, ne kadar aktif bir politika sergileyebildik? “İslam bu değil” demenin ötesine geçip gerçekte İslam dininde kadının yerini ne kadar anlatabildik?

Peki daha ötesi, İslam toplumlarında kadının yerine dair bizim fikrimiz nedir? “İslam dinine göre modern hayatta kadının yeri nedir?” sorusuna İslam alimleri cevap vermeye çalışılıyor mu? Erkek egemen toplum, kadının evde oturması, çocuk yapması gerektiğini düşünmenin ötesine geçemiyor, “Modern dünyada Müslüman bir kadının rolü” üzerine düşünmüyor. Müslümanların “gerici” olarak resmedilmesinde başrolü kadınlarını denklem dışı bırakan muhafazakar erkekler oynuyor.

Oysa ki, Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın (S.A.V.) bir eşi Mekke’nin önde gelen tüccarlarındandı, yani iş kadınıydı; bir eşi savaş yönetmişti, yani liderdi. İslam kadın ve insan hakları açısından geldiği zamanın fersah fersah ilerisinde olduğu yani çağın moderni olduğu için hızla yayılmıştı.

Bugün Filistin’den Mısır’a, Suriye’den Türkiye’ye karşı karşıya kaldıklarımız İslam dünyasını dizayn sürecinin göbeğinde “kadın ve modern dünya” meselesi var ve ne yazık ki bu konuyu konuşmaya yaklaşamadık bile.

Eğer vakit ayırıp bu kritik konuyu masaya yatırmazsak, konuşmayıp tabulaştırmaya devam edersek, “kadın” meselesinin ve “kadın hakları”nın Suriye’de, hatta Orta Doğu’da yaşananların göbeğinde ne kadar büyük bir rol oynadığını göremezsek, haritaların ve İslam dünyasının yeniden şekillendirilmesine de seyirci kalmış olacağız. Bunun vebali de biz Müslümanların boynuna olacak.